4 Temmuz 2009 Cumartesi

Rijkaard


Çocuktum, Hiddink'i kim, nasıl gönderdi hatırlamıyorum. Rusya, Güney Kore, Avustralya ve PSV'ye tarihinin en başarılı dönemlerini yaşatan dahiyi, liberosuz sistemle oynamaya çalıştığı (ki bugün tüm takımlar liberosuz), Müjdat'a fazla şans vermediği için nasıl aşağıladığımız halen aklımda. Del Bosque geldiğindeyse Barcelona taraftarı olduğum ve hücum futbolu oynayacak bir takımımız daha olduğu için çok sevinmiştim. İspanyol hoca “Hopdediks”, Zidane, Raul, Figo ve Ronaldo'dan sonra Berkant'larla, Ali Güneş'lerle aynı başarıyı tekrarlayamayınca (ki bunun için getirilmişti) 100 muhteşem Türk'ten biri olan Reha Muhtar, deli, dallı hoca dediği Hopdediks'in gönderilmesi için yazılar döşemeye başlamıştı. Sinan Engin ve Reha Muhtar gibi damardan Beşiktaşlılar futbolu ve Beşiktaş'ı daha iyi tanıdıkları için de Yıldırım Başkan, bıyıklı amcamızın biletini üç-beş ayda kesiverdi. 8 milyon avroluk tazminat tabii ki kulübün kasasından ödeniyordu, sonuçta her şey Beşiktaş içindi.

Bugünse Rijkaard Galatasaray'da. O'nu bu diyarlara getirenin para olduğunu pek sanmıyorum. Asıl mesele kendini kanıtlama ihtiyacı. 3-4 milyon avroyu Premier Lig takımları da verebilirlerdi. Buna rağmen Türkiye'ye gelmesindeki etken orta düzeyde bir Avrupa takımını da iki basamak yukarıya taşıyabileceğini göstermek istemesi. Ronaldinho, Eto'o ve Iniesta'lı takımı babam da şampiyon yapar diyenlere İstanbul'dan selamlarını gönderecek, tıpkı milli takımdan ustası Hiddink'in Güney Kore'de yaptığı gibi. Ronaldinho, Eto'o, Iniesta demişken... Barcelona öncesi Ronaldinho'nun PSG'de hocası Louis Fernandez ile problem yaşayıp yedek kulübesinde paslandığını, Eto'o'nun her sene Real Madrid tarafından oynatılmadan Mallorca'ya kiralandığını, Iniesta'nın da 19 yaşında altyapıdan yeni çıkmış bir çömez olduğunu hatırlatmak isterim. Messi, Dos Santos ve Bojan Krkiç'in de Rijkaard döneminde 17 yaşında forma giydiklerini düşününce Semih Kaya'lar adına sevinmemek elde değil.

Futbol anlayışına gelirsek, on gün önce Roma'da şampiyon olan Rijkaard'ın beş yılda oturttuğu akıldı. ‘Ama Barcelona Cruyff'tan bu yana aynı oyunu oynuyor' demeden önce Rijkaard öncesi Barcelona'mızı hatırlayalım: Van Gaal, Rexach, Senna, Antiç… Her maçta rakibe verilen en az beş, altı pozisyon, son derece kırılgan bir takım savunması, hücumdaysa sadece Rivaldo'nun ayaklarına bakan, Barcelona'nın ‘Rivaldolona' olup beş yıl üst üste şampiyon olamadığı, takımın altyapıdan Puyol ve Xavi dışında adam çıkaramadığı kabus dolu yıllar. Guardiola'nın takımında defansın arkasına atılan 40-50 metrelik sürpriz paslar dışında (o da Sivasspor gibi elli defa değil, bütün maçta bir iki defa) Rijkaard'ın takımından farklı şu vardı diyebilen var mı? Pas organizasyonunda, topa sahip olmada, bekleri açığa çıkarmada, çapraz toplarda, defansı orta sahaya yaklaştırmada, alan daraltmada? Peki ya Mourinho'nun Chelsea'sine karşı yapılan unutulmaz düellolar? Benim için futbolun zirvesiydi, bu yıl 4-4'lük Liverpool maçlarının yaklaşacağı.

Zeki Demirkubuz sinemamızın başyapıtlarından olan “Masumiyet”i çektikten sonra gerileme dönemine girmiş, “Bekleme Odası”yla dibe vurduktan sonra “Kader”le beni benden almıştı. Rijkaard da Şampiyonlar Ligi şampiyonluğundan sonra bir düşüş yaşadı. Nou Camp'ta sallanan beyaz mendilleri hatırlıyorum da, neyse. Tıpkı Hagi, Taffarel ve Kewell gibi geri dönüş için gelebileceği en iyi kulüpte. En büyük şansı ise kendine aşık olmaya hazır bir taraftar topluluğu, hem de kariyerinde ilk defa.

Hiç yorum yok: