30 Ekim 2009 Cuma

hoşçakal


Maç başlamadan önceki görüntüleri gördükten sonra kim Galatasaray’ın o maçı kazanabileceğine inanıyordu? Christian koşarken Arda’ya hafiften omuz atıyor, Arda da hemen onu itip üzerine yürüyor. Sağ elini sallarken bir taraftan da sıralıyordu muhtemelen, ‘sen kimsin lan, oraya gelirsem…’ Ortada bir suç vardı ve suçun hesabı kesilmeliydi. Arkadaşlar “yeni Emre Belözoğlu geliyor” derken benim aklımda artık maç falan kalmamıştı. Biz seni Polat Alemdar’ın karikatürüne dönüşesin diye mi sevdik be Arda?

Daha dünlere kadar futbolumuzun en sevimli figürüydü. Çalımları değildi sadece bizi etkileyen, çocuk olduğunu hatırlatan yüz ifadesi, taklitleri, takımına ve arkadaşlarına bağlılığı. Ya şimdi?. Gol sevinçlerine dikkat etmek bile yeterli. Dünün arkadaşlarıyla kucaklaşan, tribündeki annesine koşan, sevgilisine eliyle kalp işareti yapan çocuğu yok artık. Her şeye ve herkese karşı bir meydan okuma hali, bize Fatih Terim ve Emre Belözoğlu’ndan miras kalan. Bu tek olma, her şeyi ben hallederim, ben, ben, ben, öyle bir boyut kazandı ki.

Banu Yelkovan’ın harika yazısından alıntılarsak:

“Kahramanımızın bolca düşmanı var ama dostu yok, takım arkadaşları yok, kendinden başka güveneceği hiç kimse yok. Çıkıyor, savaşıyor tek tabanca, kazanıyor ya da savaşırken ölüyor (kırmızı kart görüyor). Ya da ikinci model, sorumluluğu ‘başkasının’ almasını bekliyor. Her zaman öyle oldu çünkü. Şimdi Rijkaard söylüyor ama zamanında Gerets söylemişti, Lucescu söylemişti, Tigana söylemişti: ‘Türk futbolcusu stres anlarında, takım mağlup durumdayken her şeyi unutuyor. Görev yerini boşaltıyor. Başkasının işini de yapmaya çalışıyor. Ama bu defa rakip onun boşalttığı alandan daha etkili geliyor ve fark büyüyor.’Ken Loach’un harika filmi ‘Eric’i Ararken’de asıl kahraman Eric’in en çaresiz olduğu anda gelip ne diyor ona Cantona? ‘Her zaman düşündüğünden daha fazla olasılığın vardır. Çok sıkıştığın zamanlarda takım arkadaşların olduğunu unutma. Onlar senin takım arkadaşların, onlara güven’. Biz ne diyoruz? Senin senden başka dostun yok. Kendinden başka kimseye güvenme.”

Yarın Rijkaard Arda’yı tekrar kanatta oynatmak istediğinde ‘kaptan’ sıkıntı yaratacak gibi duruyor. Malum kahramanlığın teşhiri için forvet arkasından daha iyi bir yer olamaz.

Bir de madalyonun diğer yüzü var. Az önce haberlerde Sırp lider Karadziç’in “Saraybosna kan gölünde yıkanacak” diyen telefon görüşmeleri yayınlandı. Terim’in ayrılmasından sonra gelecek hocanın futbol aklıyla değil de etnik kökeniyle ilgilenen ve “aşırı milliyetçi birisi olarak milli takımın başında Türk hoca görmek isterim” diyen ve ‘aşırı miliyetçiliğini’ gözümüze gözümüze sokan Arda bilir mi ki Karadziç’in aşırı milliyetçi olduğunu, Filistin’i bombalayan İsrail füzelerinin üzerindeki aşırı milliyetçi boyayı, milyonlarca insanı katleden Hitler’in ne yaptıysa aşırı milliyetçi olduğu için yaptığını?

Silah çıkartmalı tişörtler giymeler, emniyet müdürlerini ziyaretler derken Arda masumiyetini kaybediyor. Bize kalansa bir Ahmet Kaya klasiği:

Korkulu geceleri sayar gibi
Birdenbire bir yıldız kayar gibi
Ellerim kurtulacak ellerinden
Bir kuru dal ağaçtan kopar gibi
Sen bir suydun, sen bir ilaçtın
Hoşça kal iki gözüm hoşça kal

13 Ekim 2009 Salı

aman deyin


Millli takım için dolaşan isimlerden biri de Bülent Uygun...
Bu galiba felaket senaryolarının en felaketi...
Bu galiba ölümü gösterip sıtmaya razı etmek...
Şimdi Sezar'ın hakkı Sezar'a, eğer böyle bir şey uzak da olsa ihtimaller dahilindeyse Fatih Terim, ölene kadar takımın başında kalsın...
Fatih Terim'in vahim kopyalarına hiç gerek yok. Aslı kalsın bari...
...derim...



...şakadır canım...

7 Ekim 2009 Çarşamba

sahte ilahlar kana susadı


"Demek cehennem bu. hiç aklıma getirmezdim böyle olacağını... acı, ateş, kızgın ızgara hepsi sizsiniz demek... ne gülünç şey!... kızgın ızgaranın ne gereği var: cehennem başkalarıdır."
- garcin, huis clos - jean paul Sartre

Kiminin elinde satır, kiminin elinde balta. Kalabalığa ait olmanın şehveti ruhumuzu yakıyor. Kan istiyoruz. Kelle istiyoruz. Başka türlü susturamayız içimizdeki yangını.

Epeydir boştu idam sehpası: Avrupa ve Türkiye’de seri galibiyetler, yüksek gol ortalaması, Lincoln zibidisinin gönderilmesi, Arda’nın kaptanlıkla büyüyen (Barcelona’ya uzamasını dilediğimiz) futbolu. Ama bizim derdimiz güzel futbol değil ki. Biz futbolu sevmiyoruz ki.

Entrikayı severiz biz. Bu yüzdendir bir taraftan kutsal aile diyip, diğer taraftan Bihter ve Behlül’ün burjuva dünyasının izdüşümlerinin kendi hayatımızda yeşermesini hayal etmemiz. Gücü severiz. Polat Alemdar’a hayranızdır. Tek adamlığı severiz. Aziz Yıldırım herkesin gönlünden geçen başkandır. Ve reyting için, güç için adam harcamayı severiz. Hıncal’ız, hiçbir vicdani rahatsızlık duymadan şampiyonlar ligini kazanmış adama korkak deriz, Sacchi ile Cruyff ile çalışmış adama futboldan anlamıyor deriz.

İlahlar susadı Rijkaard, yağlı urgan boynuna geçirildi. Sehpana son tekmeyi sallamak için Kadıköy’deki Fenerbahçe maçı bekleniyor. Kendini değil de Neskeens’i ön plana çıkarmanı, ekip çalışmasına inanmanı eleştirdik, oyun içinde B planın yok dedik ama bunların hepsi kurban seremonisinin bahaneleriydi. Yoksa hiçbir kusur bulamasak bu seferde sevgilin hakkında bir şey uydururduk.

B planı demişken: Wenger’in, Ferguson’un, Benitez’in, Guardiola’nın hemen her maçta, işler kötü gitse bile oyun anlayışını değiştirmediğini, sadece oyunun merkezini biraz daha ileriye veya geriye taşıdığını, Avrupa futbolunu takip etsek bilirdik. Teknik adamlığın bir alışkanlık ve futbolu sevme işi olduğunu, oyuncu değiştirme becerisinin, oyun anlayışı elbisesini takıma giydirme yetisine kıyasla çok daha önemsiz olduğunu biraz okusak ve izlesek anlardık, ama dediğim gibi bizim derdimiz güzel oyun falan değil hiç te olmadı.

Son olarak, hangimiz üç dört ayda kusursuz baba, hatasız arkadaş olduk, hangimizin meslek hayatının başlarında yanlışları olmadı. Bu coğrafyada seyrettiğimiz en iyi takım da yolculuğuna Ali Sami Yen’de 4-0 lık Fenerbahçe ve Paris’te 4-0 lık PSG yenilgileriyle başlamadı mı?


NOT: Rijkaard’a futboldan anlamıyor diyenler, sabah uyandıklarında aynada kendi yüzlerine bakabiliyorlar mıdır acaba?