27 Temmuz 2009 Pazartesi

normaldir normal...


Fransa üst-orta sınıfından entelektüel düzeyi yüksek bir aile, yemek masasının başucundaki televizyonda Irak'tan Amerika'nın gerçekleştirdiği katliam görüntüleri gösterilirken, hiçbir şey olmuyor gibi sakin bir şekilde kızarmış tavuk yiyip şarap içmeye devam ederler. Ünlü yönetmen Michael Haneke soykırım sorununu işlediği başyapıtı, "Saklı" filminde kapitalizmin algılarımızla nasıl oynadığını, günahlarının tarafımızdan nasıl normal olarak yorumlandığını yukarıdaki sahneyle anlatır.

Herhangi bir şey bizim için artık normalse, varlığı, nedenselliği sorgulanmaz. Olması tabiatı gereğidir.

Kapitalizmin her üç- beş yılda bir teğet geçmeyip içimize işleyen krizleri normaldir.

Savaş ekonomisinden palazlananlar rahatsız olmasın diye savaşın devam etmesi ölmesi normaldir.

Doğru, düzgün bir eğitim ve sağlık hizmetine ancak paramız varsa sahip olabiliriz. Çünkü her hizmetin bir bedelinin olması normaldir.

Ve bizlerin en büyük eğlencesi olan, toplumsallığın yapıtaşlarından futbolun burjuva sporuna doğru evrimleşmesi artık normal.

önceki hafta yayımlanan Arena programında Aziz Yıldırım naklen yayın paketinin senelik 400 milyon dolardan az olmaması gerektiğini söyledi. Yıllardır maçlar şifreli kanallarda yayınlandığı için şifreli kanallar hakkında tek bir kelime edilmedi. Çünkü paralı yayın artık normal.

Taraftarsak,

Oyuna gönül vermişsek,
Mahalle aralarına karşılıklı iki taştan kaleler kurarak Metin, Feyyaz, Rıdvan, Sergen, Tugay, Hagi, Arda, Feyzullah, Kayhan, Miliç olmuşsak,

Sınıfımızı okul turnuvasında temsil etmişsek,

Sevinçten ağlamanın hazzını ve duruluğunu ilk defa Kubilay Türkyılmaz Manchester United'a karşı 3. golü attığında yaşamışsak,

Tek yürek olmanın ne demek olduğunu İnönü Stadı'nda Liverpool maçını çarşıyla beraber izlerken öğrenmişsek,

Eşi benzeri olmayan büyük yazar İslam Çupi'nin "Fenerbahçe büyüklüğü ne kupa büyüklüğü ne de şampiyonluk büyüklüğüdür. Fenerbahçe büyüklüğü öyle bir büyüklüktür ki, adı konamaz" cümlesini her okuyuşumuzda tüylerimiz diken diken olmuşsa,

Turuncu; yoktan varolurken yine, buna selam durmuşsak,

Ve biz kolbastı oynuyorsak, timsah yürüyüşü yapmışsak, "alkaralar"sak, Azizler, Adnanlar, Yıldırımlar ve ardıllarınız hangi hakla bizleri müşteri olarak kodlayıp durumu 'normal' olarak servis etmeye çalışıyorsunuz.

400 milyon dolar ağızların suyunu akıtabilir belki. Peki, şu anda maç seyretmek için kaç kişi verebilir yıllık 600 lira? Bahsi geçen sayıya ulaşabilmek için de Allah bilir yayıncı kuruluş yıllık aboneliği 1500 liraya çıkarır. Daha da ötesi yukarıdaki isimler kulüp başkanı seçilirken hangimize sordular? Üye olabilmek için bilmem kaç bin avroyu, takımlarımızı halkın gönlünden koparıp burjuvazinin oyuncağı haline getirmeyi hangi hakla isteyebiliyorlar?

Paralı yayın sayesinde elde edilecek gelirle bizleri Avrupa şampiyonluğuna taşıyacak süper yabancı transferlerine gelirsek. Onlar önce kulübün kanını emen Lincoln, Higuain, Delgado, Seriç, Diatta, Gordon Schildenfeld, Josico, Maldonado, Aragones, Juan Figer'le yapılan anlaşmalar, sırıtarak verilen pozlar hakkında hesap versinler. Sahip oldukların şirketlerin, kulüp yönetimine girmeden önceki ekonomik konumlarıyla şimdiki konumları hakkında soru sormaya belki pek hakkımız yoktur ama takımlarımızın uluslar arası başarısının yolunu altyapıda değil de yabancı transferinde gören zihniyete yukarıdaki transferlerden sonra kulüplerimizin kendilerine ne kadar borçlandıklarını bilmek de en doğal hakkımız.

Cebinde parası olanımız, olmayanımız spora gönül vermişsek, gelmeyelim bizleri müşteri olarak gören zihniyetin oyununa.

Hiç yorum yok: