25 Ocak 2009 Pazar

Romario’dan Torres’e

Perşembe akşamlarıydı özlenen. Sevgili TRT 2’de beden buluyordu,’Avrupa’dan Futbol’ ismiyle. Bir benzerine rastlamadığımız giriş müziği, Takla atan mavi formalı futbolcu, sağ ayak dışıyla doksana atılan gol, İngiltere ligi, Serie A... Cantona’yı ilk orada gördüm. Favori ekürim Collymoore-Fowler, saygı duyduğum Shearer’dı. Baggio yerini Del Pieroya bırakmadan önce Gullit golleri sıralardı.’Avrupa’dan Futbol’un hatırlattıklarıyla kişisel tarihimden golcülere dair…
Benim için Türkçede gol Tanju demekken, bir cumartesi akşamı TRT 3’te göğüs reklâmı almamış, çubuklu bordo-mavide Romario ile tanıştım. ”Top bizdeyken, gol yememize imkân yok bunun yanında her an gol atabiliriz” diyen adamın çalıştırdığı takım, rakip takımı ceza sahasına hapsedip, sayısı yirmilere ulaşan pas yapıyordu. Pas trafiği sırasında aniden, bu çelimsiz, kısa boylu ama pire gibi çabuk adam, verkaçtan gelen topu sağ ayak içiyle önüne alıp, kaleciyle karşı karşıya kalıyordu. Belki hava toplarında, ceza sahası dışında, güç oyunlarında yoktu, fakat O bir son vuruşçuydu. Eindhoven’dan gelip Brezilya’ya giderken formasını yine Eindhoven’dan gelen, adı da ‘R’ ile başlayan müthiş bir yeteneğe bırakıyordu.”Daha hızlı top süren ve çalım atabilen birini görmedim”. Bobby Robson, Ronaldo orta sahadan aldığı topla beş kişiyi çalımlayıp golü atınca önce şaşkınlıktan saçlarını çekiyor sonra da yukarıdaki lafı ediyordu. Sırtı kaleye dönük oynamak ve hava toplarına çıkmak dışında ki bütün özelliklere sahip olan Ronaldo bir zirveydi, Henry ve Şeva’nın çok yaklaşacağı ama asla ulaşamayacağı…

Sonraları, çok sevdiğim Doğan Koloğlu’nun da etkisiyle,
pek sevmediğim bir dönem başladı. Amoruso, Del Piero, Cole, Elber gibi topla yetenekli, son vuruşları düzgün çalım atabilen, çabuk ama savunma sevmeyen, fizik olarak çok güçlü olmayan forvetlerin yanında Koller, Boksiç, Sheringham, Jancker, Bierhoff gibi irikıyım kuleleri görmeye başladık. Kuleler top sür-e-miyorlardı, şut çekmiyorlardı, çalım atamıyorlardı. Sırtlarını kaleye dönüp, arkalarında ki oyuncuya şarj yapıp, koridor oluşturuyorlar, orta saha veya kanatlardan gönderilen topları kafayla ya da göğüsle partnerlerine indiriyorlardı. Jancker’gillerin birkaç sene sonra Morientes, Trezeguet, Toni’lere evrilmesiyle sıkıntılı dönemi atlatacaktık. (Belki de bu dönemin etkisiyle ülkemizde son 25 yılın kadrosuna Tanju-Hakan Şükür ikilisi seçildi)

Futbol filozofu Lobanovsky’nin (Ulus Baker’in ruhuna selam olsun) dünyaya elveda demeden önceki son hediyesiydi Shevckenko. Açtığı koridordan Henry, Anelka, Larsson koşar adımlarla geldi. Hem son vuruş ustası olmak, hem de çok iyi top sürüp (genelde sol içten kaleye doğru) çalım atmak daha önce de vardı. Olmayansa ceza sahası içindeki itiş kakışta diri kalmak ve hava toplarına çıkmaktı. Durdurmak için yapılabilecek tek şey, ilk topa girip topla buluşmasını engellemekti çünkü tek eksiği, sırtı kaleye dönük oynayamamasıydı.

‘Eric –the king-Cantona’, sağ elini havaya kaldırıp sevinen usta Shearer, Liverpool’un (benim için) en büyük efsanesi Fowler, İtalya’dan adaya gelen Zola ve Bergkamp estetiği herhangi bir kategoriye sığmayacak güzelliklerdi. Tuhaflıklar da oldu: Cruyff Barcelona’sında Meho Kodro, yürümekte zorlanan Real Madrid avcısı Jardel gibi.

Bugüne geldiğimizdeyse:
Ibrahimoviç, Eto’o, Rooney, Torres, Adebayor her türlü güç oyununda ayakta kalabiliyorlar. Hem sırtı hem de yüzü kaleye dönük oynayabiliyorlar. Henry gibi top sürüp, Ronaldo gibi çalım atıyor, Koller ve Zola gibi de servis yapıyorlar. Depar halinde topla buluşurlarsa durdurulmaları imkânsız.

Tek forvet mi çift forvet mi? Geçelim efendim, hücum oyunu mu savunma oyunu mu oynamak istiyorsunuz, bu oyuncularla ikisi de mümkün. Ligimizden Mehmet Yıldız’ın Rooney’i, Holosko’nun Torres’i örnek alması, Bobo ve Baros’un da yavaş yavaş eski çizgilerine gelmesi dileğiyle. Umarım ‘El Kun’ Aguerro, Bojan Krkiç, Benzema çıtayı daha da yükseltir. Ne de olsa en güzel günler henüz yaşamadıklarımızdır.

(Yazı, hiç izlemeden çok sevdiğim Metin Oktay’a adanmıştır.)

Hiç yorum yok: