24 Mart 2009 Salı

nasıl sevdik futbolu


Futbolu biz sokak aralarında sevdik; taş girmiş avuçlar, parçalanmış dizlerle. İki portakal ağacını kale yapıp sevdik, kâğıtlardan toplar öbekleyerek.
Televizyondan otuz saniyelik özetlerle, daha çok radyodan sevdik örneğin Orhan Ayhan, Tansu Polatkan bağlanırken İstanbul’dan, İzmir’den, TRT’den… Onlar en tarafsız halleriyle bile taraf olarak anlatırken maçları biz daha çok bilenmiş bir keskinlikle “en taraf” olarak sevdik.
Pırasa Tarlasında, Yapı Meslekte, Yeşilevlerde, Şakirpaşada, Köprüköyünde, Milli Mensucatta, Emekte, Mıdıkta, köy sahalarında, meralarda kavga dövüş sevdik futbolu.
Bir elektrik direğine veya eski zaman evlerinden birinin kerpiç duvarına sabitlenmiş Çukurovaspor, Güneygençlik, Rayspor, Kanalgücü, Garipspor, İdmanyurdu, Fırtınagücü maç ilan tahtalarıyla sevdik:
________________________________

Rakip:…
Saha:…
Saat:…
Netice:…
Goller:…
________________________________

Her golü kavgalı tarla, arsa maçlarıyla sevdik, bazen sonsuz ovanın bir kıyısında.
At arabalarının üzerinde deplasman yolculuklarıyla, kelle başı 25 kuruşa kendi öz kaynaklarımızla sevdik, sponsorsuz; orlondan yapılmış iki yıkamada şekli kaçan ama rengi duran formalarla…
Mahalle, köy turnuvalarına hatta yakın ilçelere, şehirlere giderken sevdik şu futbolu.
Cik Hüseyin’le, Pusu Yusuf’la, Domdom Ali’yle, Şehmuz’la, Veysel’le, Baston Sülo’yla, Emrullah’la, Cemil’le, Özbey’le omuz omuza karşı karşıya sevdik.
Pele’yle efsanesini duyduk ama Maradona’yla “Allah’ına kadar sevdik” futbolu.
Futbolu ülkenin turuncu güneyinde sevdik hakikatte, öyle sevdik.

Hiç yorum yok: