Milli takım hocası
yurt dışındaki “gurbetçi” futbolcuların peşine düşmüş.
Alman milli takımının alt yapısındaki gurbetçi çocukları ayartmaya çalışıyorlarmış ekipçe.
Kandirmak için psikolog filan da götürmüşler yanlarında.
Emek, saygı, vicdan, insaf, ar…
Yahu sormazlar mı adama, ne verdin ne istiyorsun diye?
Yeni Mesut Özil vakaları yaratacaklar olası bir redde.
Vatandan hiçbir şey göremeyen çocukları
sonra tutup
vatan haini ilan edecekler.
Her şey bir yana böyle işler önce de sonra da emek hırsızlığıdır!
Yapmayın, etmeyin alçalmayın,
çıkın gururunuzla mücadele edin
bu ülkede
on binlerce genç var
futbol oynamaya ve burada istikbalini kurmaya hevesli.
Bilgi beceriniz yetmiyorsa rica edin gelsinler eğitsinler bu çocukları ve sizi.
Bu arada siz de bir psikologa gidip
mesleki ahlak, etik bilmem ne hakkında bir şeyle konuşun.
Ama çocukları ayartmak için kullandığınız o psikologa başvurmayın.Muhtemelen bir işe yaramaz.
Başarı için bu sapa yollara girmeniz sizi alçaltıyor muhteremler!
15 Şubat 2012 Çarşamba
23 Şubat 2011 Çarşamba
futbol ve siyaset
[Mersine gelen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Mersin İdman Yurdu Yönetim, Teknik heyeti ve futbolcularla bir araya geldi. Gül, "Mersini takip ediyorum. Böyle güzide kulüp Süper Lig'de olmalı" dedi..]
Haber özeti budur, devamı da var.
İsterseniz okumak için tıklayınız:Ajansspor
Siyasetin futbola karışması öteden beri aşina olduğumuz bir şey. Birçok takım bu tür siyasi müdahalelerden fena faydalandı, faydalanmaya devam ediyor, faydalanacak...
Trabzon, Eskişehir, Mersin, Kasımpaşa, Kayseri, Antalya, Rize, Sivas, belediye takımları, açık veya örtülü o belediye takımları; Şenerler, Mehmet Aliler, Faruklar, Kürşatlar, Unakıtanlar, Aytaçlar, Tunceller ve saireler... İlk anda aklıma gelenler bunlar, ne fenadır ki daha da çoğu var...
Evet,
Mersin İdman Yurdunun gözüaydın! Önemli bir hata yapmazlarsa süper lig ceptedir. Zaten Kürşat Tüzmen desteği ile gelmişlerdi B.A.1.Lige, şimdi de doğrudan cumhurreisi takviyesi ile gönenecekler. Yaşa varol hürol...
Ama cumhur reisinden beklentimiz şudur, madem cumhurun reisidir; o ligde 16 takım daha var. Hepsi de güzide takımlar, hepsi de güzel şehirlerde top koşturuyor, hepsi de memleket takımı, hepsinin taraftarı vergi neyin ödüyor, herkesin idealleri hayalleri umutları beklentileri var; bu konuşmaları her takım için ayrı ayrı bekliyor ve umuyoruz.
Meselenin hakkaniyeti budur, böyle icap ettirir, eğer geçekten kendini cumhurun reisi sayıyorsa...
Ya da konuşmasınlar, memleketin asıl meselelerine kafa yorsunlar; işsizliğe, yoksulluğa, yargı zulmüne, sivil diktaya, yeni statükoya...
Ha, mesele bir parmak bal çalmaksa, klasik politik eyyamcılıksa o ayrı; o zaman da adamları boş yere umutlandırmasınlar...
Fakat korkarım ki önceki işaretler de mücadelenenin hiç de adaletli olmayacağını gösteriyor...
17 Şubat 2011 Perşembe
doğu-batı
Türk futbolu ile Avrupa futbolu arasındaki fark, Doğu ile Batı arasındaki farktır.
Bu fark aynı zamanda, ne yazık ki bir tür medeniyet farkıdır. Evet, üzülerek söylüyorum bunu.
Mucizelerin dışında, makus talihimizi değiştirecek herhangi bir güç yoktur. Çünkü talih de ineceği istasyonu önceden aldığı biletle zaten belirlemiştir,
ha, uyuyakalır da gelir bizim istasyonda sonradan tesadüfen iner.
Çokça inanmak başarı için en önemli etken değildir, olası etkenlerden biridir sadece, bu da pek etkisiz bir etkendir.
Salt inançla bir süre yol alırız, derken direncin acıya dönüştüğü yerde tüm inançlar batıla dönüşür. Sonra bir gol için tüm tribün yer değitirmek zorunda kalabilir, on binlerce kişi... Totem mi? O da çizgi romanlardan kalan bir hatıra olur kalır öylece.
Hakemleri ithal etmek,
yöneticileri ithal etmek,
taraftarı ithal etmek,
futbolcudur, teknik direktördür zaten ithal,
tam bir komprador kültürü...
Mirasyedi zihniyetiyle emek vermeden yol almaya çalışmak, ama aslında çalışmamak...
Öyle,
Türk futbolu ile avrupa futbolu arasındaki fark en yalın ifadeyle Doğu ile Batı arasındaki farktır,
bu da hazin bir farktır...
soru-cevap
Bir Tv programında sunucu soruyor seyircilere, hakemlerden memnun musunuzu, diye.40-50 futbolsever içinde sadece iki kişi memnunmuş.
Soruyu bu kez şöyle yöneltiyorlar; peki, yöneticilerden memnun musunuz?
Salon sus pus.
Yöneticileri bu manada seven yok. Sevmek dedimse, kulüp yönetme babında...
Tabi bu, büyük(!) takım taraftarlarına soruluyor.
Yoksa muhtemelen, örneğin programa konuk olarak katılan 40 Bursaspor taraftarının önemli bir kısmı "zannederim ki" yönetiminden memnundur... Böyle zannetmemin en önemli sebebi de o müthiş şampiyonluktur.
Fakat bu tür memnuniyetler suya yazılan yazılar gibidir, ilk başarısızlıkta kaybolup gidecektir. Gladyatörler gibi, ya yaşayacak ya ölecek, yaşamak da başarıdan başka bir şeye bağlı değil.
Peki taraftarı oldukları takımların YÖNETİCİLERİ açısından bu kadar hassas olan futbolsever, acaba ülkeyi yöneten YÖNETİCİLER konusunda hangi hassasiyet kıvamlarında dolanmaktadır?
Kim bilir?
Veya onu da sandık bilir...
Yoksa beri tarafta memnuniyetler ve hassasiyetler kendi koşulları içinde mi gerçeklerşir?
14 Şubat 2011 Pazartesi
TFF
Ülkenin futbol gündemine bakarsak;
İstanbul kulüplerinin başkanları, yöneticileri hakem hatalarının kurbanı olduklarını iddia ederek açıklama üzerine açıklama yaptılar, yapıyorlar. Federasyon başkanı Mahmut Özgener de bir cevap verdi söz konusu iddialara. Uzun bir yazı olurdu buraya hepsini aktarsaydım, son iki paragrafı alıyorum, fena bölümler değil. En kapsamlı konuşmayı gazetelerden okuyabilirsiniz, ilginizi çekerse.
TFF Başkanı Mahmut Özgener futbolun adil bir seyrine dair iddialı, çekici laflar etmiş birçok büyük laf etmiş. Bakalım bu içeriğin devamında ne yapacak? Üç hafta sonra, beş hafta sonra? Sadece süper ligde değil alt liglerde de? Çünkü özellikle B.A. 1. Ligde malum iktidar takımları var. Bize göre can sıkıcı transferleriyle zaten haksız bir mücadeleyi başlatmış durumdalar.
Süreçte federasyon ve dolayısıyla hakemler korktuğumuz manada acep bir baskıya maruz kalacaklar mı, ki kalmaları kuvvetle muhtemeldir; o durumda ne yapacaklar, direnecekler mi, ki direnemeyecekleri kuvvetle muhtemeldir. Geçen sezonlardan tecrübelerimiz var zira. Ha, bu sezon biz bariz hakem hatalarına maruz kalmadık, çünkü gerek kalmadı ipimizi hep kendimiz çektik. Yani çekincelerimiz var…
Şimdi o konuşmanın son bölümünü alıyorum buraya, hem beğendiğimiz bir nitelikte olduğu için hem de gerekirse hatırlatmak için…
Alıntı şöyle:
“Merak etmeyin, biz de sizin gibi bu ülkede "adil bir oyun"un oynanabilmesi için gerekli tüm koşulların oluşması için var gücümüzle çalışıyoruz ve çalışıyor olacağız. Biz de bu şekilde konuşmalar yapmak yerine kendi işimize, adil ve tüm kulüplere eşit mesafede pırıl pırıl bir ligin oynanmasını tesis etmeye, hakemlerimizin motivasyonuna, eğitimine, gelişimine odaklanıp ana işlerimize konsantre olalım…
Buradan tüm futbol ailesine, hakemlerimize ve tüm kulüplerimize sesleniyorum:
Lütfen hiç kimsenin en ufak bir endişesi olmasın... Federasyonumuz bu ülkede adil ve her kulübümüze eşit mesafede, hakkı olanın kazanacağı, hak edenin ipi göğüsleyeceği bir ligin oynanması için mücadelesini sürdürecek. Lütfen kendinizi güvende ve rahat hissedin... Geçmişte olduğu gibi, sesi çok çıkanın, gazetede sayfası çok olanın, taraftarı çok olanın bu gücünü kullanarak futbolu baskı altına almasına izin vermeyeceğiz.”
İstanbul kulüplerinin başkanları, yöneticileri hakem hatalarının kurbanı olduklarını iddia ederek açıklama üzerine açıklama yaptılar, yapıyorlar. Federasyon başkanı Mahmut Özgener de bir cevap verdi söz konusu iddialara. Uzun bir yazı olurdu buraya hepsini aktarsaydım, son iki paragrafı alıyorum, fena bölümler değil. En kapsamlı konuşmayı gazetelerden okuyabilirsiniz, ilginizi çekerse.
TFF Başkanı Mahmut Özgener futbolun adil bir seyrine dair iddialı, çekici laflar etmiş birçok büyük laf etmiş. Bakalım bu içeriğin devamında ne yapacak? Üç hafta sonra, beş hafta sonra? Sadece süper ligde değil alt liglerde de? Çünkü özellikle B.A. 1. Ligde malum iktidar takımları var. Bize göre can sıkıcı transferleriyle zaten haksız bir mücadeleyi başlatmış durumdalar.
Süreçte federasyon ve dolayısıyla hakemler korktuğumuz manada acep bir baskıya maruz kalacaklar mı, ki kalmaları kuvvetle muhtemeldir; o durumda ne yapacaklar, direnecekler mi, ki direnemeyecekleri kuvvetle muhtemeldir. Geçen sezonlardan tecrübelerimiz var zira. Ha, bu sezon biz bariz hakem hatalarına maruz kalmadık, çünkü gerek kalmadı ipimizi hep kendimiz çektik. Yani çekincelerimiz var…
Şimdi o konuşmanın son bölümünü alıyorum buraya, hem beğendiğimiz bir nitelikte olduğu için hem de gerekirse hatırlatmak için…
Alıntı şöyle:
“Merak etmeyin, biz de sizin gibi bu ülkede "adil bir oyun"un oynanabilmesi için gerekli tüm koşulların oluşması için var gücümüzle çalışıyoruz ve çalışıyor olacağız. Biz de bu şekilde konuşmalar yapmak yerine kendi işimize, adil ve tüm kulüplere eşit mesafede pırıl pırıl bir ligin oynanmasını tesis etmeye, hakemlerimizin motivasyonuna, eğitimine, gelişimine odaklanıp ana işlerimize konsantre olalım…
Buradan tüm futbol ailesine, hakemlerimize ve tüm kulüplerimize sesleniyorum:
Lütfen hiç kimsenin en ufak bir endişesi olmasın... Federasyonumuz bu ülkede adil ve her kulübümüze eşit mesafede, hakkı olanın kazanacağı, hak edenin ipi göğüsleyeceği bir ligin oynanması için mücadelesini sürdürecek. Lütfen kendinizi güvende ve rahat hissedin... Geçmişte olduğu gibi, sesi çok çıkanın, gazetede sayfası çok olanın, taraftarı çok olanın bu gücünü kullanarak futbolu baskı altına almasına izin vermeyeceğiz.”
9 Aralık 2010 Perşembe
©
Eri©Cantona
Bir futbol muhalifi...
Yetmez, bir futbol hiddeti… Öfkesi kendinde güzel adam... Tribünlere uçan tekme... Bilir çünkü, herkes haddini bilecek, anlatır da öylece.
Prensip meselesidir anlatmak, nasıl anlatacağını kendin tayin etmek.
Futbolu bıraktıktan sonra bir tiyatro grubu kurar.
Ne güzel!
Geçenlerde bir Fransız filminde izledim. Anlaşılanından: )) Mafyanın adamı, Babanın sağ kolu ve de Babanın sevgilisine âşık... Ama bunu demeyecek kadar da delikanlı. Filmdir evet, hep kurgu. Olsun. Ama filmin sonunda hayatta kalabilen tek adamdır: ))
Arada güzel çıkışlar yapar, taşı gediğine koyar.
Yahu, derim ki, geçsin Chp’nin başına vallahi de billahi de onları tek başına iktidar yapar. Ne karizma bırakır RTE’de ne caka, ne hava. Alır âlemin paçasını aşağıya imaj muhabbetinde de. Adam üstelik çakma futbolcu da değildi padişah hazretleri gibi. Futbolcunun da hası idi… Rica edilse seve seve gelir, meselenin boyutu evrenseldir bir yanıyla, gelir bir omuz verir mücadeleye.
Geçenlerde ne güzel dediydi:
“Yüz binlerce insan gidip bankalardan parasını çeksin, kapitalizm çöksün” diye… Cantona bu, adamın hayatla bir meselesi var. Güzel insan. Telaşlanıvermiş o tefeci bankacılar, karşı açıklamalar gelmiş. Ama eminim susmaları gereken yerde de susmuşlardır. Uçan tekme için biraz geçse de uçan bir sille pek ala mümkündür.
Nedir, bizim futbol diyarımızın da aslında böyle has adamlara ihtiyacı vardır; hükümetçi, ayak oyuncu, lobici, cemaatçi, eyyamcısına değil…
Hürmetler Mösyölerin hası Eric Cantona…
8 Aralık 2010 Çarşamba
puslu
27 Kasım 2010 Cumartesi
1.lig
Yeni Format
Bank Asya 1.LİG GÜNLÜĞÜ yeni bir yayın dönemine girdi. Bundan sonra cumartesi, pazar ve pazartesi olmak üzere 3 gün yayımlanacak. Ve maç saatlerinde canlı yayınla bağlanacak. Bu canlı bağlantıları da Banu Uzpeder sunacak. Sanırım çok güzel olacak. Şimdiden başarılar, kolaylıklar…
Bu formatıyla yapımın daha dinamik ve biraz daha etkili olacağını düşünüyorum. Maç sürecinin izleyiciyle, bir maçın mümkün olan tüm ayrıntıları dâhilinde buluşması başka bir renklilik sağlayacaktır. Bu yayın zaten nitelik olarak belli bir kaliteye yükselen 1.ligin kıymetini biraz daha artıracaktır.
Hadi o zaman: ))
25 Kasım 2010 Perşembe
4 Ekim 2010 Pazartesi
futbol ve edebiyat
Adanaspor Şiirleri Kitabı
Şimdi elimizdeki çalışma yine bir ilktir. Adanaspor’a dair futbol şiirlerini yayıma hazırlıyoruz. Adanaspor, Adana, eski futbolcular, Gündüz Hoca, 20 Eylül, kapanış, yeniden doğuş, bize dair birçok imge bir şiir evreninden geçip dizelere dönüşecek, yeni çağrışımlarıyla. Ve 2010 içinde kitap olacak. Bir ad bulamadık henüz kitaba. Şimdi şöyle diyoruz: “Bir Maziye Dair, On Sekiz Adanaspor (Futbol) Şiiri”
Buyurun, isterseniz ilk şiirden birkaç dizeyi paylaşalım burada, devamı kitapta…
__________________________
1
Adana İçin
(Bana Anlatma)
Bana anlatma kaybetmeyi
Kederli akşamüstlerini bana anlatma
Kimsesizliği anlatma bana
Kendi sokaklarında kaybolan şehri
Ki bir toz bulutudur artık
Tribünden kalan uğultular, bir bir yok olurken yaralar
…
Oysa bu şehrin sokakları aşinadır bize
İlkyazda portakal çiçeği kokusu
Bir totem olur yalnızlığımızın şehrine
Âşık olursun da bilmezsin ince yağmurlarında Adana’mın
Derken
Tribün kendi kendine susar
Bir gol atmışızdır kalemize, bir gol daha
…
Bize anlatılmasın kaybetmenin zalim kederi
Ki acının tarihi bu topraklarda yazılmıştır
Pamuk tarlalarında, turuncu günbatımlarında…
Şimdi elimizdeki çalışma yine bir ilktir. Adanaspor’a dair futbol şiirlerini yayıma hazırlıyoruz. Adanaspor, Adana, eski futbolcular, Gündüz Hoca, 20 Eylül, kapanış, yeniden doğuş, bize dair birçok imge bir şiir evreninden geçip dizelere dönüşecek, yeni çağrışımlarıyla. Ve 2010 içinde kitap olacak. Bir ad bulamadık henüz kitaba. Şimdi şöyle diyoruz: “Bir Maziye Dair, On Sekiz Adanaspor (Futbol) Şiiri”
Buyurun, isterseniz ilk şiirden birkaç dizeyi paylaşalım burada, devamı kitapta…
__________________________
1
Adana İçin
(Bana Anlatma)
Bana anlatma kaybetmeyi
Kederli akşamüstlerini bana anlatma
Kimsesizliği anlatma bana
Kendi sokaklarında kaybolan şehri
Ki bir toz bulutudur artık
Tribünden kalan uğultular, bir bir yok olurken yaralar
…
Oysa bu şehrin sokakları aşinadır bize
İlkyazda portakal çiçeği kokusu
Bir totem olur yalnızlığımızın şehrine
Âşık olursun da bilmezsin ince yağmurlarında Adana’mın
Derken
Tribün kendi kendine susar
Bir gol atmışızdır kalemize, bir gol daha
…
Bize anlatılmasın kaybetmenin zalim kederi
Ki acının tarihi bu topraklarda yazılmıştır
Pamuk tarlalarında, turuncu günbatımlarında…
30 Ağustos 2010 Pazartesi
hariçten gazel
Dışımızdaki Hayat
Adanaspor dışındaki futbol âlemine kısaca baksak üç İstanbul takımındaki son gelişmeler üzerinden.
Fenerbahçe sanırım “güçsüz” bir hocanın kurbanı olacak. Bu güçsüzlük “iktidar olma”ya dair bir şeydir. Avrupa’dan yaralı dönüş, prestij ve daha önemlisi para kaybı orayı karıştıracak gibi. Orada da futbolcular, yönetim, teknik ekip, taraftar mutsuz. Ama galip gelinseydi o kaybolan maçlarda sorunlar böyle sert bir biçimde ortaya çıkmayacaktı, olağandır ki… Neymiş, her “3” puan bin ayıp örter.
Beşiktaş’ta durum yukarıdaki son cümlede saklıdır bence. Galip gel, tartışılma, fena eleştirilere maruz kalma. Orada bizi ilgilendiren galiba Ersan’ın oynaması… Bizden giden bir futbolcunun önce BJK’de banko oynaması, sonra milli takıma uzanması… Genel tahlilde ise yıldızlar geçidi oluşturan bu takımın bile en küçük bir sürçmede tribün zulmüyle her an karşılaşabilecek olmasıdır. Çünkü bu durum ne yazık ki bir tribün niteliğine dair Türkiye fotoğrafıdır gayri…
Gelelim Galatasaray’a… galiba aşağıdaki cümleler için ettim bunca lafı, yoksa bana ne oradaki hallerden. Aslında bana ne de değil. Birbirini taklit eden tribünler, takımına olur olmaz tepkilerle zarar vermeyi daha çok taklit ediyor, balık oralardan kokuyor haddizatında. Bu yüzdendir ki her toplumsal mesele vs ilgi alanımızdadır.
Gelemedik Galatasaray’a: ) Turuncu kökenli olduğu için severim Rijkaard’ı. Onun için GS’nin başarılı olmasını istiyordum. Bir de…
Bence Rijkaard yönetim aczinin kurbanı oldu. Özellikle o Adnan Sezgin denenin. Hazzetmediğim ve sanırım Adanasporluların da sempatiyle bakmadığı birdir. Uzanlar döneminde Adanaspor’un önünü ısrarla ve bile isteye, itinayla, dikkatle tıkayan bir adamdı, o dönemki İstanbulspor’un bir yöneticisi ve Uzanların futbol sorumlusu olarak… O dönemde Uzanların futbolda aradığını, onca paraya rağmen bulamasında Sezgin Adnan’ın kayda değer bir katkısı olmuştur.
Biz yazımıza dönelim yoksa ağzımdan kötü laflar çıkacak onun için.
Bir de… deyip kesmiştim lafı yukarıda. O bir de Fatih Terim’dir. Futbol gündemimizden o ismin düşmüş olması ferahlatıcı bir haldi. Fakat GS kulisleri işlerin hiç de öyle olmadığından bahsediyordu zaten. Rijkaard’a karşı İstanbul’da Bizans oyunları doğal olarak… Fatih Terim’i oraya geri getirme çabaları alttan alta… darbe için uygun koşulları hazırlama bekleme taktik ve stratejileri. Valla bir Galatasaraylı olsaydım şu meseleyi dava eder ve Ergenekon mevzusuna dâhil edilmesini isterdim. Şaka bir yana son gelişme şöyle: GS eleniyor ve Arda, Ayhan, Gökhan Zan, Mustafa, Servet, Serdar Özkan Rijkaard (ki gölümüz ve iyi dileklerimiz hep seninle Rijkaard) ile hiç konuşmuyor ve kendi aralarında yarım saat süren bir toplantı yapıyor. Evet, bir tür gemide isyan… Korsan filmlerinden öğrendiğim kadarıyla bunun cezası da yelken direğinde sallandırılmaktır…
Asıl bomba şöyle patlıyor. Ki o da dayanamıyor ve konuşuyor, planları adeta ifşa ediyor. Kim mi Mehmet Ağar! Hürriyet gazetesine göre Mehmet Ağar, Adnan Polat’ı arıyor ve Fatih Terim’i getir başkan, diyor. Güzel Ülkemdeki o karanlık dönemin bir ismi böylece bir kez daha, Galatasaray’daki şu karanlıkta da görünür oluyor.
“Kamuoyundan oluşan o baskıyı ancak o göğüsler ve takımı düzlüğe çıkarır.” diyor Fatih Terim için. İyi de sonra kamuoyunda o oluşan o baskıyı göğüslemek için millet kime başvuracak? Kim ilaç olacak o deli egoların zulmüne?
Durum böyle buradan bakınca!
Nedir? “Kaos ki en çok yakışandır futbola!” ve o sihirli 3 puan/lar da her derde devadır!
Adanaspor dışındaki futbol âlemine kısaca baksak üç İstanbul takımındaki son gelişmeler üzerinden.
Fenerbahçe sanırım “güçsüz” bir hocanın kurbanı olacak. Bu güçsüzlük “iktidar olma”ya dair bir şeydir. Avrupa’dan yaralı dönüş, prestij ve daha önemlisi para kaybı orayı karıştıracak gibi. Orada da futbolcular, yönetim, teknik ekip, taraftar mutsuz. Ama galip gelinseydi o kaybolan maçlarda sorunlar böyle sert bir biçimde ortaya çıkmayacaktı, olağandır ki… Neymiş, her “3” puan bin ayıp örter.
Beşiktaş’ta durum yukarıdaki son cümlede saklıdır bence. Galip gel, tartışılma, fena eleştirilere maruz kalma. Orada bizi ilgilendiren galiba Ersan’ın oynaması… Bizden giden bir futbolcunun önce BJK’de banko oynaması, sonra milli takıma uzanması… Genel tahlilde ise yıldızlar geçidi oluşturan bu takımın bile en küçük bir sürçmede tribün zulmüyle her an karşılaşabilecek olmasıdır. Çünkü bu durum ne yazık ki bir tribün niteliğine dair Türkiye fotoğrafıdır gayri…
Gelelim Galatasaray’a… galiba aşağıdaki cümleler için ettim bunca lafı, yoksa bana ne oradaki hallerden. Aslında bana ne de değil. Birbirini taklit eden tribünler, takımına olur olmaz tepkilerle zarar vermeyi daha çok taklit ediyor, balık oralardan kokuyor haddizatında. Bu yüzdendir ki her toplumsal mesele vs ilgi alanımızdadır.
Gelemedik Galatasaray’a: ) Turuncu kökenli olduğu için severim Rijkaard’ı. Onun için GS’nin başarılı olmasını istiyordum. Bir de…
Bence Rijkaard yönetim aczinin kurbanı oldu. Özellikle o Adnan Sezgin denenin. Hazzetmediğim ve sanırım Adanasporluların da sempatiyle bakmadığı birdir. Uzanlar döneminde Adanaspor’un önünü ısrarla ve bile isteye, itinayla, dikkatle tıkayan bir adamdı, o dönemki İstanbulspor’un bir yöneticisi ve Uzanların futbol sorumlusu olarak… O dönemde Uzanların futbolda aradığını, onca paraya rağmen bulamasında Sezgin Adnan’ın kayda değer bir katkısı olmuştur.
Biz yazımıza dönelim yoksa ağzımdan kötü laflar çıkacak onun için.
Bir de… deyip kesmiştim lafı yukarıda. O bir de Fatih Terim’dir. Futbol gündemimizden o ismin düşmüş olması ferahlatıcı bir haldi. Fakat GS kulisleri işlerin hiç de öyle olmadığından bahsediyordu zaten. Rijkaard’a karşı İstanbul’da Bizans oyunları doğal olarak… Fatih Terim’i oraya geri getirme çabaları alttan alta… darbe için uygun koşulları hazırlama bekleme taktik ve stratejileri. Valla bir Galatasaraylı olsaydım şu meseleyi dava eder ve Ergenekon mevzusuna dâhil edilmesini isterdim. Şaka bir yana son gelişme şöyle: GS eleniyor ve Arda, Ayhan, Gökhan Zan, Mustafa, Servet, Serdar Özkan Rijkaard (ki gölümüz ve iyi dileklerimiz hep seninle Rijkaard) ile hiç konuşmuyor ve kendi aralarında yarım saat süren bir toplantı yapıyor. Evet, bir tür gemide isyan… Korsan filmlerinden öğrendiğim kadarıyla bunun cezası da yelken direğinde sallandırılmaktır…
Asıl bomba şöyle patlıyor. Ki o da dayanamıyor ve konuşuyor, planları adeta ifşa ediyor. Kim mi Mehmet Ağar! Hürriyet gazetesine göre Mehmet Ağar, Adnan Polat’ı arıyor ve Fatih Terim’i getir başkan, diyor. Güzel Ülkemdeki o karanlık dönemin bir ismi böylece bir kez daha, Galatasaray’daki şu karanlıkta da görünür oluyor.
“Kamuoyundan oluşan o baskıyı ancak o göğüsler ve takımı düzlüğe çıkarır.” diyor Fatih Terim için. İyi de sonra kamuoyunda o oluşan o baskıyı göğüslemek için millet kime başvuracak? Kim ilaç olacak o deli egoların zulmüne?
Durum böyle buradan bakınca!
Nedir? “Kaos ki en çok yakışandır futbola!” ve o sihirli 3 puan/lar da her derde devadır!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)