30 Haziran 2010 Çarşamba

söz/lük ıı


Kaybedenler İçin
"Futbol Terimleri Sözlüğü" Çalışması (ıı)

Ofsayt: Rakip kale hattına toptan daha yakın iken yanında rakipten de bir adamın olması icap ediyormuş, ama o kişiyle birlikte kaleci filan da olacakmış, yani iki adamdan önce yakınlaşmayacaksın rakip kaleye. Kızın abileri gibi lan. Ya da teyzesi, bir de evde kalmış büyük ablası gibi kızın. Her yere onlar da gelecek, yoksa ofsayt… Neyse, futboldan bakarsak, ulan bir de ofsayda düşecek kadar yaklaşsak be rakip kale hattına. İyi, adamlar yine ofsayda düştü. Şimdi netice olarak iyi bir şey bu ofsayt...


Ceza Sahası: O bizim sahamız oluyor. Daha göremedik rakip ceza sahasını. Cennete benziyordur. Ah be, oraya doğru bir atak yapsak, rakip ceza sahasına süzülsek…

Altı Pas: Hımm… Şimdi o ceza sahası var ya, bir de onun içinde başka bir saha var. Adamların forvetlerinin mekân tuttuğu yer. O alan da galiba bir bizde var. Evet, kalecimiz altı pasta topu yumruklayamadı, şimdi altı pas içindeki çimleri yumrukluyor.

Hakem: Kalemize giren her toptan sonra orta sahayı gösteren adam...

Taç: Bakın işte bunu tanıyoruz. Arada bir attığımız oluyor. Ama o hakem bazen taç atışını bizden alıyor rakibe veriyor, bilmiyorum neden böyle yapıyor…

Çalım: Bir adam vardı, topu orta sahadan aldı, geldi altı pastan o topu kalemize yuvarladı. İşte o arada bizim topçuları geçerken yaptığı estetik şeylere çalım deniyormuş. İncitici bir şey haddizatında... Ayıp… Bakın gene aynı şeyleri yapıyor. Durdurun onu…

Pas Yapmak: Bizim değil, rakibin aralarında topu dolaştırırken gerçekleştirdiği bileşik eylem… Pas vermek, pas almak gibi farklı kullanımları da varmış. Rakipler söylüyor. Bir de bunu argoda birtakım anlamları nardır. Futbol dışına çıkıp bu konu üzerinde konuşabiliriz aslında. Daha çok şey söyleyebiliriz. Yoksa onu biz sadece santralardan tanıyoruz…

Pres: Top bizdeyken geliyor adamlar, onu ayağımızdan alıyor. O esnadaki işmiş o, pres yapmak. Türkçesi baskı yapmak… Yapmayın, daralıyoruz. İyi bir şey değil… Hem biz size pres yapıyor muyuz? Ha!

Vole: Vallahi de bizim adam yandan gelen topa, vücudunu biraz geri atarak elleriyle adeta havada bir şeylere tutunarak şöyle yandan çarklı bir vuruş yapmıştı. Ve gol olmuştu. Kendi kalemize ama... O olmuştu.

Röveşata: Yaşlılar anlatır, eski tribün… Vaktiyle bizde bir adam varmış ve maçın birinde röveşata da yapmış. Vay be, ne günlermiş onlar. Verin bize o mutlu günlerimizi… Ne gol mü yedik, röveşatadan mı? Hala var mıymış o, yasaklanmamış mı? Niye yasaklanmamış ki? Kapat lan şu televizyonu…

Not: Alıntılarda kaynak belirtilmesi kafidir: ) sevgiler...

26 Haziran 2010 Cumartesi

söz/lük


Kaybedenler İçin
"Futbol Terimleri Sözlüğü" Çalışması (I)

Gol: Futbolun meyvesidir, meyvesidir de ulan hep bizim kalede mi yetişir bu meyve? Meşin yuvarlağın kale çizgisini tamamen geçip filelerle buluşmasıdır, diyorlar. Niye sırf bizim kalede buluşuyorlar ki? İzzet ikram çok mu iyi acep? Tamam da niye bu kadar çok buluşuluyor ki? Bak yine bizim kalede… Of ya off…

Penaltı: Ceza sahası içinde 9 kusurlu hareketten birinin yapılması sonucu tecelli eden en büyük ceza. Ama hoca, o penaltının neresi penaltı? Bize olsa çalmazsın tabi! Hem aynı pozisyonu büyüklerin aleyhine de çalabiliyorsan helal sana. Üstelik kusurlu hareket mefhumu izafi olabilir, neden bunu önce oturup tartışmıyoruz, yanına bir ufak da açarız. Olmaz mı? FİFA kuralları mı?

Köşe Vuruşu: Lan oğlum bu da gol olur, bizde bu talihsizlik varken. Adamların köşe vuruşları da penaltı gibi. Aha ıskaladı bizimki. Evet, gol kalemizde... Lanetli bir vuruştur köşe vuruşu, kayıtlara böyle geçebilir.

Frikik: Duran topların ikinci derecede yanık yapanı... Üç senedir rakip kalede gördüğümüz yok. Ama hazret iki haftada bir kalemizde... Barajda mı kalecide mi bir yerde sorun var ya… Lan, lan… Al işte, yine girdi…

Avut: Oh be… Topun rakipten dışarı çıkması, ama taç ve korner olmayanı. Yani iyi olanı, bizim için…

Sarı Kart: Sarı kart, kırmızı kartın efendi olanı. Bizi sindirmek için yapıyor hakem bunu. Biliyorum, herkes biliyor. Yahu 9. dakikada sarı mı olur? Bak bak, üstüne bir sarı daha. Kaldık mı on kişi. Daha 80 dakika var orada! Yahu hoca, o ikinci sarıyı bana gösterseydin, ben terk etseydim tribünü, hiç olmazsa takım 10 kişi kalmazdı. Olmaz değil mi?

Kırmızı Kart: Bir keresinde aynı maçta 4 tane birden görmüştük. Sahada kötü bir şey yapınca hakemin başvurduğu, insan hakları evrensel beyannamesine aykırı bir nesne… Çeşitli haklarımızı elimizden alıyor.

Santra: Sahada merkez bir mekândır. Ama başka anlamı da vardır. Oyuna başlama. İki keresi mecbur da, fazlası canımızı sıkıyor be. 9. golden sonra devre arasında amatör kulüp başkanı sitem ediyor oyuncusuna: Yav Aytaç, seni sahada göremedik. Aytaç’tan el cevap: Olur mu başkanım bütün santraları ben yaptım. Maç 18–0 bitiyor…

Top (yani meşin yuvarlak): Rakibin kendi arasında dolandırdığı yuvarlak nesne. Arada çok dolanınca rakip tribün bir de oley çekmiyor mu! Ah ulan, ahh…

Kale: Hocam, bu maçta biz kalesiz oynasak. Çok mağdur oluyoruz da. Kural kural… Aş kendini, kır zincirlerini, boz ezberleri (ne demekse: )) be hocam… Olamaz diyorsun. Bir de ilaç olsun diye iyi bir şey yapsan ya. Eh, o zaman yine kaybettik. Rakibin topu sokacağı o mekân olmasaydı beraberlik garantiydi ya…

23 Haziran 2010 Çarşamba

Bir Takımın Taraftarı Olmak



“Bir takımın taraftarı olmak insana bambaşka duygular tattırır.

* Kişi, yapmayı isteyip yapamadığı şeyleri beğendiği oyuncularla yapmış kadar olur.
* Birçok insanda özdeşleme gereksinimi yüksektir.
* Bunlar, bir takımın taraftarı olmakla, o takımla ve o takımın taraftarlarıyla özdeşleşirler.
* Grup olmak ve grup içinde yaşamak, grupla duygularını paylaşmak insanın doğal bir gereksinimidir.
* Birçok ülkede bu en kolay şekilde bir takım taraftarı olmakla sağlanır.
* Kişi o grup içinde kimlik ve kişilik bulur.
* Takım yendiği zaman kendisi de yenmiştir.
* Toplum içinde iyi bir konumdaysa bu yengi onun zaferlerine yeni bir zafer katmıştır.
* Eğer toplum içinde kötü-aşağı bir konumdaysa takımın zaferleriyle gerçek kişisel yaşamında hiç tatmadığı zaferleri tatmaya başlar, kendini galip ve kudretli hisseder.

Birçok kişi için futbol taraftarlığı yaşamın zenginliğidir. Hatta çoğunluk için kişisel yaşamlarının en renkli bölümüdür.”



Kaan Arslanoğlu

Politik Psikiyatri, sayfa 145–146, Adam Yayınları, İstanbul

20 Haziran 2010 Pazar

giy dedi tulumları


İşçisin Sen

Kartal maçından bir kareydi bu. Daha önce üzerine yazacaktık, şimdiye denk geldi.

İşten olduğu gibi çıkıp yemeğini yanına alıp tribündeki yerine geçen bir taraftar. İşçi taraftar.

Birçoğumuz gibi.

Elindeki bir miktar parayı maça ayırıp karnını evden getirdiği ekmek arası peynir-zeytinle doyuran bir taraftar...

Buradan

* “Adanaspor taraftarı emekçidir,
* halkın kendisidir,
* alnının teriyle geçinir,
* bedavacılık yapmaz,
* her koşulda takımının yanında olur, gibi lafazanlıklara girişmeyeceğim.
* Hangi taraftar öyle değildir ki?

Son zamanlarda zengin taraftarı tribüne çekip ürünleri daha çok ve daha pahalı pazarlayıp sporun ticari boyutunu her alana hâkim kılma gayretlerine tanık oluyoruz:

Kartlar, telefonlar, hisse senetleri, şifreli kanallar…

* Bir başka yanda da patlamaya hazır bir taraftar kitlesi…
* Delifişekler,
* fanatikler,
* tribün tacirleri
* vs…

Bence asıl korumamız ve varlığını sürdürebilmesi için kollamamız gereken taraftar tipi o fotoğrafta duruyor. Öylece…

Gidip konuşacaktım nedir ne değildir diye, küçük çaplı bir röportaj oluşturmak için.

Fakat onun rahatı bozmak, tadını kaçırmak istemedim.

O taraftarın olağan hali, huzuru bir röportajdan daha kıymetiydi.

19 Haziran 2010 Cumartesi

şenol'un notları ıı



Kupa 2010'dan Kısa Kısa

Kupada 5. güne girerken gözlenen en büyük sorun, takımların lider oyuncu ve yaratıcı oyuncu eksikliği. Önceki turnuvaların aksine yaratıcılığın oldukça düşük seviyede olduğu maçları geride bıraktık. Ancak, üst düzey mücadeleler ve futbolcuların kazanma hırsını da es geçmemeli. Yaratıcılık anlamındaki eksikliğin de 5. ve 6. günle beraber tamamlanabileceğini düşünüyorum. Bugün ve yarın Brezilya, İspanya ve Portekiz de boy gösterecekler. Bu takımların oyun yapılarını düşünürsek, turnuvanın biraz daha hareketleneceğini söyleyebiliriz...


3. ve 4. günün toplu sonuçları;

* Cezayir:0-1:Slovenya
* Sırbistan:0-1:Gana
* Almanya:4-0:Avustralya
* Hollanda:2-0:Danimarka
* Japonya:1-0:Kamerun
* İtalya:1-1:Paraguay

İlk 2 günün kısa özetinden sonra 3. ve 4. günün göze çarpanları;

* İlk 4 güne göre yorum yaparsak mutlak favori ALMANYA...
* Türk asıllı Mesut Özil, Ballack'ın yokluğunda Almanya Milli Takımı'nı orkestra şefi gibi yönetti. Tek santraforda Klose'nin arkasında serbest oynayan Mesut'a, sol açıkta Podolski, sağ açıkta Müller eşlik ediyor. Geriden Schweinsteiger ve Lahm'ın destekleriyle de Almanya şu an itibariyle bir adım önde diyebiliriz.
* Tabiki Almanya'yı bu kadar ön plana çıkmasında en büyük etken Avustralya'nın oldukça zayıf olmasıydı.
* Cezayir-Slovenya ve Sırbisyan-Gana maçları oldukça sıkıcı ve düz futbolcuların fizik gücünün ön plana çıktığı maçlardı. Bu iki maçta sahadan mağlubiyetle ayrılan iki takımın ortak kaderi oyuna ikinci yarıda dahil olan oyuncularının kırmızı kartla oyundan ihraç edilmesi ve akabinde yedikleri gol diyebiliriz.
* HOLLANDA... Turuncu Hollanda'yı izlerken daha farklı bir heyecan yaşıyoruz hiç şüphesiz. Duygusala bağladığımız için belki biraz da fazla abartıyoruz gibi geldi bana.
* Hollanda, Sneijder, Van Persie ve Vander Vaart'dan beklediği katkıyı alamadı. İkinci yarı oyuna giren Elia'nın yaratıcılığıyla dönem dönem etkili oldu. Hollanda karşısında Danimarka özellikle ilk yarı iyi mücadele etti ancak onlarda da çok ciddi bir lider oyuncu eksikliği mevcut.
* Japonya, Kamerun karşısında attığı golün üzerine yattı. Eto'o ve arkadaşları maçı çevirebilecek pozisyonlara girmekte oldukça zorlandılar ve Kamerun turnuvaya puansız başladı.
* Benim favorim İTALYA'ya gelirsek. Turnuva takımı İTALYA'dan üst düzey futbol beklemiyordum. Buffon, Cannavaro ve Zambrotta dışında tanıdık isim yok denilebilir. Ancak oluşturulan bu genç kadro turnuvanın ilerleyen günlerinde can yakar. İnatla favorim halen İTALYA... Juventus'lu Pepe, turnuvanın yıldızlarından olabilir.

5. ve 6. gün;

* Fil Dişi ile Portekiz dün 17.00’de karşı karşıya geldi. Turnuvanın en zevkli maçını izleyebiliriz diye düşünüyordum. Fil Dişi'nden de sürpriz bekliyordum.
* Brezilya ve İspanya’nın da sahne almasıyla. Göze hoş gelen futbol yapılarıyla bu takımların turnuvanın sıkıntılı havasını dağıtacağını düşünüyorum...

Şenol Yıldızdoğan

şenol'un notları



Dünya Kupasından Kısa Kısa

Dünya'nın en büyük kupasının startı verildi ve 2. günün sonundayız. Bizim olmadığımız bir turnuvayı izlemek sinir bozucu da olsa el mahkûm; mesele futbol...

2. gün biterken futbol kadar vuvuzelalar hakkında da bolca yorumlar dile getirilmekte ve kaleme alınmakta. Futbol kalitesi ilk 5 maç geride kalırken futbolseverlerin beklentisine henüz karşılık verebilmiş değil...

İlk 2 günün skorları;

* Güney Afrika: 1–1: Meksika
* Uruguay: 0–0: Fransa
* Güney Kore: 2–0: Yunanistan
* Arjantin: 1–0: Nijerya
* İngiltere: 1–1: ABD


İlk 2 günün satır başları;

* Bu yıl ülkemizde top koşturan Meksikalı Dos Santos'un açılış maçındaki üst düzey performansı dikkat çekiciydi.
* Hareketliliği, çabukluğu ve bileklerine hâkimiyetiyle ilk maç sonunda Dos Santos için, "Küçük Messi" yorumu da yapabiliriz aslında.
* Afrika'nın sesi olarak yorumlanan vuvuzelaların en fazla duyulduğu maç ev sahibi Güney Afrika ile Meksika arasındaki maçtı kuşkusuz.
* Bu maç sonunda Güney Afrika kalecisi Khune'nin maç sonu demeci, "Taraftarımız vuvuzelaları daha fazla çalmalılar. Bu maçta etkili değillerdi." şeklindeydi.
* Güney Kore mi gerçekten çok etkiliydi yoksa Yunanistan mı aşırı kötüydü kestiremiyorum ancak Güney Kore 2002'den sonra yeni bir sürpriz yapabilir gibi geldi bana.
* Otoritelere göre en büyük favorilerden Arjantin, Messi'nin kişisel gayretleri ve Maradona'nın sempatik tavırları haricinde bana hiç keyif ve güven vermedi.
* İngiltere karşısında büyük bir direnç gösteren ABD ise aldığı puanla bu turnuvada çok can yakacağını gösterdi sanki. Savunmada Howard ve Onyewu ile ilerde Donovan ve Altidore turnuvaya damga vuran isimler olabilir.

Turnuvanın bendeki genel özeti;

* Favori: İTALYA,
* Plase: HOLLANDA,
* SÜRPRİZ: FİL DİŞİ SAHİLLERİ.

Şenol Yıldızdoğan

mesut özil



Mesut Özil Almanya milli takımının ilk maçında müthiş bir futbol sergilemiş. İzleyenler öve öve bitiremiyor. Eh, böyle olunca ülkemizde tekrar gündeme geldi onun bizim milli takımı tercih etmemesi. Hakem emeklisi tüccar yorumcu ve reklam yıldızı Erman Toroğlu bu konuyu sayfasına taşımış.

Bu konuda daha önce de bir şeyler yazmıştık. Arşivde var o yazı.

Kısa geçelim.

Zamanında Fatih Terim Mesut’u istemişmiş, Erman Toroğlu da elçi olmuşmuş. Fakat olmamışmış. Dertleniyor yani… Şöyle giriyor yazıya:

“ASLINDA Mesut Özil olayı, Türkiye’nin yıllardır kanayan yarasıdır. Türkiye’de yeni futbolcuların bulunması, Avrupa’daki Türk futbolcuların taranması gibi olaylar hikâye olmuştur.” Devam ediyor:

“…bir gün beni Fatih Hoca aradı; “Erman” dedi ve ekledi: “Bu Mesut Özil konusunda n’olursun bize yardımcı ol. Çünkü konu Türk Milli Takımı. Mesut Özil’e ihtiyacımız var ve onu Milli Takım’da görmek istiyorum. Sen Mesut ve babasıyla görüşüyormuşsun. Aracı olursan çok sevinirim.” Ben de haliyle “Seve seve” diye cevap verdim ve Mesut’un babasını bir kez daha aradım.”

Ben yine soruyorum, Mesut gibi futbolcular üzerinde nasıl bir hakkımız olabilir? Aslında sizin o muhteris ihtiyaçlarınız, şişmiş egolarınız futbol etiğinden ne kadar önemli olabilir? O futbolcuların genlerinden dolayı mı? Onlara ne emek vermişiz de karşılığını istiyor ve hala kahırlanıyoruz? Adamaların onca teknik bilgi ve birikimle yetiştirdikleri futbolculara, ruhumuza sindirilmeye çalışılan bir bedavacılıkla konacağız. Ya…

Bunu düşünmek ayıptır, bu konuyu hala gündemde tutmaya çalışmak da ayıptır.